2 Ağustos 2013 Cuma

Yola devam..

Gözümüzün içine baka baka, sizleri "tanıdığım" için pişmanım, hepiniz "hayal kırıklığısınız" dedi. Ortak dertlerimizi konuşmaya gittiğimizi, karşılıklı güzel bir sonuçla çıkacağımızı zannettiğim masada karşımda oturan bakanın sözleriydi bunlar. Maalesef ilk defa birbirimizle ilgili düşüncelerimiz, duygularımız aynıydı... Benim için de büyük hayal kırıklığıydı bakan ve toplantı öncesi gibi sonrasında olan her şey...

Bir anne ve bir oyuncu olarak dayatılmaya çalışılan yaşama biçimi, sanat sınırlamaları, ötekileştirilmek, özel hayata yapılan saygısızlık derecesindeki sınırlamalar, eğitim sistemindeki çarpık yenilikler, dediğim dedik üslupla yönetilmek beni mutsuzlaştırmıştı. Ama nerden söze başlanması gerektiğini bulamıyordum. 

Umudum gezi parkı ve mucizeyi yaratan gençlik oldu bir anda. Sadece tek kanalda yakalayabildiğim görüntüleri izlemeye başladım, "yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine" yazdım Twitter hesabıma... 

'Usulünce söküp başka tarafa nakil ediyoruz' cümlesi ile hepimizi akılsız yerine koyup vinçlerle ağaçları öldürdüklerini görünce “orda olmalıyım!” duygusu belirdi içimde. Ama izlediklerim bununla da kalmadI.  Neden olduğunu anlayamadığım sebeple ağaçların önünde duran az sayıdaki kalabalığın üstüne 10 santim mesafeden biber gazı müdahalesi başladı.  Sırrı Süreyya Önder ile devam eden görüntülerden sonra mesele sadece Gezi Parkı değildi artık.

Sabah gün ağarmadan  çadırlarında biber gazı ile uyandırılan gençleri de gördükten sonra kendimi Gezi Parkı’nda buldum. 

Sonrası 15 günlük bir rüyaydı. Bilgisayarları başında asosyal ve apolitik büyüdüğünü varsaydığımız gençlik hayat boyu unutamayacağımız bir destanı yazmaya başlatmıştı. Gezi Parkı’na her gittiğimde onlara daha da aşık oluyor peşlerinden gitmek istiyordum. Hayalini kurduğum yaşamak istediğim Türkiye, minik haliyle Gezi Parkı’ndaydı. Dil, din, ırk yoktu. Kavga yoktu... İnsan vardı, şiir vardı, kitap vardı, her kültürden müzik vardı, sabaha kadar çalınan bir piyano vardı, paylaşılan yemek, mum ışığında yaşanan aşk vardı. Düşünce özgürlüğü vardı. Annesinden süt emen bebek vardı. Gökyüzüne bırakılan dilek fenerleri... Müthiş zekalarıyla şimdiye kadar dile getirilememiş tüm sıkıntılar kaleme alınmış, dile gelmişti. Park dertlerin paylaştıkça azaldığı, sevginin paylaştıkça çoğaldığı bir cennete dönüşmüştü. 

Yine de tedirgindi gençler; ellerinde gaz maskeleri, çadırlarında limon beklemedeydiler... Konuşmak için muhatap bulmak istedikçe sert söylemler, orantısız müdahaleler ve ötekileştirme muamelesine maruz kalmaktan şaşkındılar. Her şeye rağmen söylemek istedikleri vardı. Konuşmak için başlıkları. 

Sonra gün geçtikçe kalabalıklaştılar, kalabalıklaştık. 

Çözüm yolları aranmaya başladı. Sesimizi dünya duymuştu ama asıl duymasını istediklerimiz hala sağırdı. Herkes ama herkes elinden geleni yaptı ulaşabildiğine ulaştı, konuşabildiğini konuştu. Görünen, duyulan doğru ya da yanlış anlaşıldı ya da anlaşılmadı belki ama herkes gönlünü, ömrünü koydu ortaya. Destan yazıldı.

Kayıplarımız oldu bu uğurda. Hepsini kazıdık aklımıza ve kalbimizin derinine. Unutmamak unutturmamak üzere.

İstemediğimiz şekilde çıkarıldı gençler parktan. Sevgisizce ve anlayış barındırmayan bir tavırla. Devlet baba bize konuşmanın boş olduğunu ve her ne denirse densin bildiğini okuyacağını babalar gününde acı acı anlatmış oldu. Üstüne merhem sürülmesi gereken yaralar derinleştirildi. 

Sonra durma eylemi ile gençler bir kez daha hangi dilden konuşmak istediklerini hatırlattılar ve yaralarına aldırmadan yaralayanı utandırdılar ya da utandırdıklarını umdular. 

Yargının gezi parkı kararı içimiz ısıttı. Kararı değerlendiren Mimarlar Odası Başkanı ve aynı zamanda Taksim Dayanışması’ndan Eyüp Muhçu, bu kararla hem Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi adı altında meydanın altının boşaltılması, tüneller yapılması, meydanı insansızlaştıran hem de Gezi Parkı’nda, Topçu Kışlası inşaatına karar teşkil eden planların iptal edildiğini söyledi. Muhçu bundan sonra Taksim Meydanı’nın ve Gezi Parkı’nın eski haline döndürülmesi gerektiğini de savunarak şunları söyledi: “Konu hakkında devam eden diğer davalar da bu karara göre şekillenecek. 13-14 Haziran tarihlerinde Başbakan’la yapılan toplantı sonrasında gerek hükümet adına Hüseyin Çelik, gerek başbakan tarafından kamuyouna yapılan açıklamalarla yargı kararına uyulacağı konusunda söz verildi, güvence verildi. Dolayısıyla hükümet tarafından yargı kararına itiraz yapılmaması bekleniyor.” Muhçu, kararla birlikte Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’na müdahalenin yasadışı hale geldiğini, buraların eski haline dönüştürülmesi gerektiğini de vurguladı.

Bu açıklama ve kararla gün başkalaştı ama yine de bitmedi.

Bunlar benim gözümün yüreğimin gördüğü kulağımın duydukları oldu. Devlet erkanından çeşitli insanlarla ilk kez karşılaşmış tanışmış ve konuşmuş bir oyuncu olarak;  bir sürü söyleyeceğim var elbet  ama sahne gençlerin ve bu detayları yazmak şu anda gecikmiş bir yersizlik olur. Ama en başta da dediğim gibi hepsi hayal kırıklığı benim için.

Şimdi mesleğini yapmaktan hem kendi hem de diğer meslektaşları adına kaygı duyan bir oyuncu ve çocuğunu bu ülkede büyüten bir anne olarak önümdeki kağıda , bana imzalamak için gönderilen ve çok sevdiğim bir yazıdan, mutsuzluğumu tam anlamıyla  dile getiren şu satırları yazıyorum:

İdeolojileri sebebiyle hedef gösterilen tüm meslektaşlarım için,

Yaptığı eserleri sansüre uğrayan, müstehcen ya da ucube diye nitelendirilen tüm sanatçılar için,

Kamuya ait sahneleri kapatılmak üzere olan tiyatro sanatçıları ya da herhangi bir sebeple sahnelerinden edilen tüm özel tiyatro sahibi tiyatrocular için, 

Maaşları fazla diye ya da belaltı sanat yapıyorlar diye aşağılanarak kapatılmaya çalışılan devlet opera ve balesi için,

İki ayyaşın yaptığı yasa diyerek manidar söylemlerle canımızı acıttıkları için,

Eğitim sistemine getirdikleri akıl almaz 4+4+4 sistemi ve muadili yenilikleri için,

Dizileri ya da senaryoları beğenilmiyor diye eleştirilen ve sansür gören tüm dizi sektörü çalışanları için,

Yazdıklarından ötürü tehdit edilen ve hapislerde sebepsiz yere yıllarca yatan gazeteciler için,

Fikirlerini özgürce söylemekten çekinen, korkutulmaya çalışılan, ötekileştirilen, muhalif oldu diye terörist muamelesi gören, hayatları tehlikeye atılan tüm türkiye cumhuriyeti vatandaş ve sanatçıları için...

Konuşmaya devam etme zamanı...


5 Ocak 2013 Cumartesi








YENİ YILA BİR DUA...






Uzun zaman oldu bilgisayar başına oturup yazmayalı… Aslında paylaşmak istediğim o kadar çok şey vardı ki.  Belki de bazen sessizliği paylaşmak daha değerlidir…
Herşeyden once zorlu bir yılı geride bıraktık. En azından şahsi çevremde birçok insan için zor geçti bu yıl. Ve yeni yıl yeni umutları, sürprizleri ile kendini gösterdi.

Her girilen yeni yılda aklıma aynı sorular gelir;
 *Yeni yaşımda kendimi daha doğru dinleyip hissedecek, isteklerimin ve kendimin yeterince farkında olacak mıyım?
*Hedeflediklerime, dileklerime , isteklerime ne kadar kavuşmuş olacağım?
*Nasıl mücadeleler beni bekliyor?
*Seneye bu gece ne halde olacağım?

2013 hepimizin içinin, düşüncelerinin, isteklerinin şahsi aynası olsun…

Bugün yeni bitirdiğim bir kitabın son sayfasındaki duayı seninle paylaşmak istedim. Yeni yıl için oldukça faydalı olacağına inandım. Benden tavsiye ajandanın ilk sayfasına yaz ve her sabah okuyarak başla güne…

Ve  yazımın müziğine gelince dinlediğimde beni inanılmaz iyi hissettiren bir klasik müzik seçiyorum sana... Anthony Hopkins bestelemiş ve ünlü Hollanda'lı kemancı, orkestra şefi Andre Rıeu ve orkestrası tarafından seslendiliyor... Youtube'da 

André Rieu - And The Waltz Goes On (composed by: Anthony Hopkins) yazarak bulabilirsin...


Kitabım …ÖTESİ yayınlarından DON MİGUEL RUİZ imzalı ‘USTACA SEVMEK’

 ÖZ SEVGİ DUASI

Bugün, evreni yaratan, bize kendimizi yargılamaksızın olduğumuz gibi kabul etmemize yardım etmeni diliyoruz.
Zihnimizi bütün duygularımız, düşlerimiz, kişiliğimiz, eşsiz varlığımızla olduğu gibi kabul etmemize yardım et. Bedenimizi bütün güzelliği ve kusursuzluğuyla olduğu gibi kabul etmemize yardım et. Kendimize duyduğumuz sevgiyi öylesine güçlendir ki bir daha hiç dışlamayalım varlığımızı, mutluluk, özgürlük ve sevgimizi baltalamayalım.
Bu andan başlayarak her bir eylemimiz, tepkimiz, düşünce ve duygumuz sevgiye dayansın. Öz sevgimizi yaşamımızın bütün düşünü korku ve dramdan sevgi ve sevince dönüşene dek çoğaltmamıza yardım et. Öz sevgimiz inanmaya programlandığımız bütün yalanları parçalayacak kadar güçlü olsun. Bize iyi, güçlü, zeki olmadığımızı söyleyen bütün yalanlar dağılıp gitsin. Öz sevgimiz öylesine güçlensin ki hayatımızı başkalarının görüşlerine gore yaşamayalım. Yapmamız gereken seçimleri yapabilecek güveni duyalım kendimize. Inancımız kendimize olsun. Öz sevgimizle yaşamımızda hiçbir sorumlulukla, sorunla karşılaşmaktan korkmayalım. Ne yapmak istiyorsak bize öz sevgimizin gücüyle yaptır.
Bugünden itibaren kendimizi öylesine sevmemize yardım et ki bir daha asla bize karşı işleyecek koşullar yaratmıyalım. Hayatımızı başkaları tarafından kabul edilmek için başka birisiymiş gibi davranmaksızın kendimiz olarak yaşayabiliriz. Ne olduğumuzu bildiğimiz için başkalarının bizi kabul etmesine ya da ne kadar iyi olduğumuzu söylemelerine artık ihtiyacımız yok. Öz sevgimizin gücüyle aynada gördüğümüzü sevinçle karşılayalım. Yüzümüze iç ve dış güzelliğimizi çoğaltan büyük bir gülümseme yerleştir. Yardım et, öylesine yoğun bir öz sevgi olsun ki duyduğumuz, kendi varlığımızı her zaman sevinçle yaşayalım.
Kendimizi yargılamaksızın sevelim. Çünkü yargıladığımızda suçlama ve suçlulukla dolar içimiz, cezalandırma ihtiyacı duyar, sevgimizin görüşünü yitiririz. Kendimizi şu anda bağışlayacak kadar güçlendir irademizi. Zihinlerimizi duygusal zehir ve kendini yargılamadan arındır, mutlak bir barış ve sevgi içinde yaşayabilelim.
Öz sevgimizi, yaşamımızın düşünü değiştiren güç kıl.

sevgiyle...

13 Ekim 2012 Cumartesi




GÜLPEMBEM

Pınarhisar...
Varoluş yerim,çocukluğum,anneannem...
Bugün geliş nedenim,asla veda etmeyi kabul edemediğim,anneannemin mezar taşını belirlemek,yazısını yazmak.. 
Ölümünden bir sene sonra anca gelebildiğim bu güzel kasaba şimdi başka şeyler anlatıyor bana...
Girişte askeriye karşılar bu kasabaya geleni... Hayatımın gerçek başlangıç noktası tam da burası işte...Babamın askerlik yapmaya geldiği yer...Kasabaya girdiğinde solda bir park... Burası da annemin ve babamın ilk karşılaştıkları yer...Parkın yanından,cumhuriyet lisesinin üstünden çıkan yokuşun sonunda 3 katlı bahçesinde dut,incir,kayısı,kiraz,vişne,elma ağaçlarına ev sahipliği yapan ev belirir. Bu ev çocukluğumun da sahibi...
Önce demir kapıyı açarsın,ağaçların arasından bir koridor yürürsün... 35 yaş adımımla 8 adımda bitirdiğim bu koridor çocukluğumun tüm oyunlarını oynamaya nasıl yetmiş hala aklım ermez....Evcilik oynadığımda evim oldu,saklambaç oynarken her tarafında saklandım,anneanneme her pazardan gelişinde, tüm parmaklarıma ayrı ayrı aldığı rengarenk yüzüklerimin ve civcivlerimin (ki nedense her hafta kaçardı civcivlerim )heyecanı ile koşardım da bitmek bilmezdi aynı koridor. En son anneannemi uğurladım ordan...

Geçen bir senenin ardından gözyaşlarımla duruyorum ve artık o kapıdan adım atmaya gücüm yok... 
Yarım saat durdum kapının önünde; benim anneannem olduğuna, onunla yaşadığım her ana şükür ederek...Bir kez daha anladım ki mekanları özel kılan insanlar ve bize yaşattıkları... Evet onsuz o eve,onu uğurladıktan sonra giremedim ama tüm anılarımı tazeleyerek çıktım koridorumdan...
Mezarına gittim sonra ve ev dekore eder gibi rengini şeklini belirlerdim mezarının.Mezar taşı kitap şeklinde olsun istedim,en çok kitap sevdi çünkü...Kitaplara sığmaz şimdi anlatmak istesem anneannelik ötesi yarenliğin...
Pınarhisar girişinde başlayan hayatım çıkışındaki mezarlıkta aldı en büyük yarayı...
Çocukluğumun evinin camında o yok,kağıda yazılı bir satılık yazısı var artık...
Hazırlıksız yaşanmışlıklarda açılan yara kabuk bağlamıyormuş...
Ama öğrettiklerinden aklıma yazdığım bir cümlem var anneannem; 
her sabah yeni doğan güneşi umutlarla karşıla,yolda karşılaştığın herkese gülümse,günaydın de,gün içinde yaptığın her işi hakkıyla yap,yalansız riyasız ol,vefalı ol,her gün bir önceki günden en az 1 cümle fazla bilgin olsun ve hergün bir önceki günden daha iyi bir insan olmayı dene,yeniliklere açık gerçek bir cumhuriyet çocuğu ol,boşa oksijen tüketme,arkadaşlarının yüzüne söyleyemeyeceğin şeyi arkalarından konuşma,gece yastığa başını koyduğunda gününün muhasebesini yap,kitabını okumadan ve allaha şükür edip ayetel kürsi duanı etmeden yumma gözlerini...
Belediyenin anonsu başladı şimdi bunları düşünürken önce bir şarkı çaldı...
gülpembe..
özlüyorum seni gülpembem...

5 Ekim 2012 Cuma




KUYUNUN DİBİNDEN KEYİFLE ÇIKMAK...


Zor günlerden geçiyoruz.Gerek ülke,gerekse birey olarak. Ne okuduklarımız mutlu ediyor,bizi ne dinlediklerimiz.Paylaşmak istediğimiz şeyler içinse hayat koşuşturması,mücadelesi ve zorunluluklarından zaman yok...
2012 herşeyi gözden,yürekten geçirdiğimiz bir yıl oldu. Düşüncelerin bol olduğu,herşeyi tarttığımız,kararlar aldığımız,yollar çizdiğimiz,kayıplar yaşadığımız,nefessiz kaldığımız…
Belki yalnızlığı keşfettik keyif aldık,yapacaklarımızı farkettik peşinden gitmek istedik,dar geldi durduğumuz yerler başka yerlerde olmak istedik,kendimiz için yaşamak istedik;becerdik ya da beceremedik,sahip olduklarımızı fark ettik,hayat güzelliklerini sundu şükür ettik,hayat zorluklarını sundu ve biz güçsüz kaldık…
Hayatımın en zor 2 yılını atlattım derin yaralarla… Çocuğumla sınandım,sevdiklerimi kaybettim ardı ardına,güçsüz nefessiz kaldım…
Bunları neden mi yazdım şimdi sana.Dedim ya ilk yazımda hayatın her anı bir melodi...

İMANY ‘SLOW DOWN’

dinledim biraz once…
Gücümün tükendiği,gülümsememin azaldığı zamanlardayken sözleri iyi geldi  ve çevreme baktığımda birçok insanın kendince zor zamanlardan geçtiğini düşününce yalnız değilim,yalnız değilsin aslında… Bana iyi geldiyse sana da iyi gelir bu şarkı dedim…
haftasonu çok özel bir mesnevi sohbetine katıldım… konuşmacı Nur hanım:  ‘dara düştüğümde bir kitap alırım kütüphanemden ve niyetimle rastgele bir sayfa açarım bana verdiği mesaja sığınırım’ demişti…şuanda sana yazarken yapıcam bunu…Kütüphanemden Can Yücel’in Sevgi Duvarını seçtim…

PANDORANIN KUTUSU
bir denizanasıdır umut
ta suların ortasında
açılır
kapanır
açılır
kapanır
kapanır
açılır…

Yine Nur hanımın beni etkileyen sözlerinden biriyle sonlansın satırlarım…
‘Bazen kuyunun dibinde olmak iyidir. Yalnız kaldın sanırsın ama allah yanındadır.İnandığın ve sen ve kuyunun dibi…kuyunun dibi iyidir,görmesini bilene...’




28 Eylül 2012 Cuma

UYKUYA DAİR...



2. kez satırlarımda seninle buluşuyorum. artık gece yatarken sabah sana ne yazmalıyım düşünceleri var kafamda ki bu iyi birşey benim için. 
Önce şuna karar verdim ki her yazımın bir melodisi olacak. Eğer başarabilirsen onunla oku satırlarımı. Çünkü bence hayatın her anında melodiler saklı. 

Gün  aysa da aymasa da senin için... 
Mutlu da uyansan,mutsuz da...
Güneş doğdu ve 12 saat görünümlü 24 saat başladı hepimize...
Uyanma zamanı,istesen de istemesen de...
Bugün; uyanmak istemeyene,güne yatağında keyif içinde ya da ağlayarak ya da kitap okuyarak ya da hiç bişey yapmayarak durmak isteyene olsun satırlarım... Bu sebepledir ki çocukluğumun ninnisi eşlik etsin beni okurken..

Silent night - Sinead O'Connor yazımın müziği...

Çocukken hasta ya da mutsuz olduğumda,yatağımdan çıkmak istemediğimde annemin bana söylediği ninniydi bu...Bu sayede uykuya dalar ve uyandığımda hep daha mutlu açardım gözlerimi,yeri ayrıdır bende... Hep ağlatır dinlediğimde ama nedense umutlandırır da bir tarafından...Murathan Mungan'ın Şairin Romanı'nı okuyorum son günlerde. Oradaki satırlar sebep oldu bu hüzünlü yazıma... En dokunan 2 yeri seninle paylaşmak istiyorum bugün...

İlki çocukluğumuza dair ve çocukluğumuzda bize huzur veren mekanları büyüdüğümüzde gördüğümüz anlarla ilgili çok hakiki bir saptama;
Çocukken çok büyük diye anımsadığımız bahçeleri ,evleri,avluları,yıllar sonra ziyaret ettiğimizde çoğu kez çocukluk imgelemimizin bizi yanıltmış olduğunu görür,gördüklerimiz karşısında hayal kırıklığına kapılırız.Hiçbirşey bizim hatırladığımız ve sandığımız kadar büyük ya da geniş değildir.Bizi yanıltan çocukluktur,diye düşünürüz.Belki de büyümemiş çocukların hayatları boyunca yanılmaları bu yüzdendir...

Şair 20 yıllık ev hapsinden sonra anakarayı dolaşmaya karar verir yanındaki 9 yaşlarında iki çırağıyla. Yola çıkar çıkmaz ilk geceyi kasabasının sınırında uyumaya karar verince şaşıran çıraklarına hayat dersi veren şu konuşmayı yapar;
Biliyorum şehirden çıkar çıkmaz konaklamış olmamıza şaşırdınız. İlk uykuyu,çok uzaklaşmadan şehrinizin yastığında uyumak atalarımızdan kalma,uğuruna inanılan çok eski bir gelenektir.İnsan çıktığı yolun uykusunu başında uyur.yola baka baka uyur.Tamamına erdirebilsin diye uyur.Bir gün gönül erinciyle dönebilsin diye uyur.Döndüğünde herşeyi yerinde bulabilsin diye;kendi gittiği yoldan zenginleşmiş ama ruhu aynı kalmış olarak dönsün diye uyur.Yolunu uykuyla hafifletir,sağlamlaştırı.Toprağı dinlemektir bu....
Hem sonra uyku,yalnızca yola değildir,sorunlara,sıkıntılara da mola vermek demektir.Başınıza tadsız birşey geldiğinde hemen uyuyun çokcuklar.Göreceksiniz uykunuzda sıkıtınız hafiflemiş olur,sorununuz herne ise üstesinden gelebilecek gücü uykunuz bağışlamıştır size...

sevgiyle...



27 Eylül 2012 Perşembe


bugün başlıyorum paylaşım yolculuğuma... 
anlatmak istediklerim var,dostuma anlatır gibi ya da olmayan kardeşime...


belki ortak dertlerde buluştuğumuz olur seninle,paylaştıkça azalır tüm sıkıntılar,çoğalır tüm güzel niyetler...
eşzamanlılık üzerine okuduğum kitabın satırları üzerine ben de eşzamanlı paylaşımlar yaratmak istedim.
 bugün ilk günüm,merhaba o halde. uzun olsun arkadaşlığımız,uzun ve yalansız ve bol paylaşımlı...